Âşık edebiyatı
18.yüzyılda Anadolu'da diyar diyar gezen bir
aşık.
Türk edebiyatının geleneksel vezniyle, dörtlüklerden oluşan biçimlerle söylenmiş şiirleri kapsar. Halkın konuştuğu dile dayanır.
[8] Âşık,
saz şairi ya da
halk şairi adı verilen gezgin şairlerin saz eşliğinde doğaçlama söyledikleri şiirlerin günümüze ulaşan en eski örnekleri XVI. yüzyıla aittir. Âşıklardan birçoğu hakkında
koşmaların son dörtlüğünde anılan
mahlaslardan başka bilgi yoktur. Bazı âşıkların yaşamı
efsanelerle karışmıştır. Âşığın düşünde pirlerin elinde
bade içerek
saz çalıp,
şiir söylemesi, düşte gördüğü sevgiliyi bulmaya çalışması yaygın bir efsane motifidir. Birçok âşığın şiiri zamanla
türkü,
ağıt gibi sahibi bilinmeyen halk şiiri örnekleri arasına karışmıştır.
[8] Örneğin;
Ercişli Emrah ve
Aşık Garip'in gerçekte yaşamış olup olmadıkları bilinmemektedir.
Pir Sultan Abdal,
Karacaoğlan gibi büyük ustaların şiirleri arasına sonradan onların mahlaslarıyla söylenmiş şiirleri de eklenmiştir. Âşıkların yapıtları doğa, sevgi, gurbet, ahlaksal öğüt, toplumsal sorunlar yanında kahramanlık konularına da yer verir.
Yeniçeri Ocağı'nda yetişmiş birçok şair
imparatorluğun birbirinden uzak yerlerindeki (
Bağdat,
Girit,
Kırım vs.) yaşama tanıklık eder. Bunlar arasında şu adlar sayılabilir; Hayali, Öksüz Âşık (XVI. yy.); Temeşvarlı Âşık Hasan, Kâtibi (XVII. yy.);
Kayıkçı Kul Mustafa (ö. 1686); Kabasakal Mehmet (XVIII. yy.) vd.
Toroslar'daki
Türkmen aşiretlerinde yetişen
Karacaoğlan'ın (XVII. yy.) doğa güzellikleri ve sevgiyi konu edinen özentisiz, içtenlikli şiiri, türünün en sevilen örnekleri oldu.
[9] Gene bu yörede yetişen Deli Boran, Beyoğlu, Gündeşlioğlu (XIX. yy.) hiçbir yabancı etki altında kalmamış ve değişmemiş halk zevkini devam ettirdi.
Dadaloğlu'nun (1785 ? - 1868 ?) baskıya ve haksızlığa başkaldıran şiiri,
göçebe ve
aşiretlerin zorunlu iskanıyla ilgili tarihsel olaylara tanıklık etti. Âşık edebiyatının geleneğinde âşık kahvelerinin, kahvelerde düzenlenen atışmaların, muamma, asma, çözme gibi hünerlerin önemli yeri vardır. Bu etkinliklerden dolayı âşıklara
meydan şairleri adı verilir.
[9] Bazıları
medreselerde okumuş olan, kültür merkezi kentlerde yaşayan âşıklara ise
kalem şairi denir.
[9] Kalem şairleri üzerinde dil, anlatım, konu bakımından
divan şiirinin türlü etkileri görülür. Onların şiirleri arasında
koşma,
varsağı,
destan gibi özgün
halk edebiyatı türleri yanında
aruzla divan,
müstezat,
gazel gibi ürünler de yer alır. Âşık edebiyatının bu yolda yapıt veren temsilcilerinden başlıcaları şunlardır;
Aşık Ömer,
Gevheri,
Dertli,
Erzurumlu Emrah,
Bayburtlu Zihni.
[8]
Halk hikâyeleri
XV. yüzyılın ikinci yarısında yazıya geçirildiği kabul edilen
Dede Korkut Hikâyeleri, eski
destan geleneğini ve
Türkler'in
Anadolu'ya yerleşmelerinden önceki
sözlü edebiyatlarıyla halk hikâyeleri arasında bir köprüdür.
[2] Oğuz boylarının tarihleri, günlük yaşamlarının yanı sıra insan ilişkilerine tanıklık eden, duygusal durumları araştıran yapıt, içeriği kadar dili ve anlatımıyla da bütün Türk edebiyatının en önemli eserleri arasındadır. Dede Korkut Hikáyeleri'nde düz sözle anlatılmış bölümler dışında özellikle heyecan verici, duyarlıklı bölümler manzumdur.
Halk edebiyatı geleneğine kuvvetle bağlı olduğu görülen bu bölümlerin vezinleri ve nazım biçimleri kesinlikle belirlenememiştir. Halk hikâyelerinde manzum bölümler, hece vezniyle söylenmiş ve dörtlüklerden oluşan biçimleri kapsar. Bu hikâyeler kahramanlık
(Köroğlu, Kirmanşah, Celali Bey ile Mehmet Bey vs.), sevgi ve serüven
(Kerem ile Aslı, Aşık Garip) konularını ele alır.
[6] Hikâyelerden bazılarının yaratıcısının serüvende yer alan âşıklar olduğu ileri sürülür. Adları bilinen, yaşamları, yapıtları yakından tanınan âşıkların
(Çıldırlı Şenlik, Posoflu Müdami) meydana getirdikleri bilinen
hikâyeler de yer alır.
Anonim / Yazanı bilinmeyen türler
Sözlü edebiyatta masal,
fıkra,
efsane gibi ürünlerin yazanı belli değildir (Anonimdir).
Türkiye Türkçesi'yle söylenmiş ve XIX. yüzyıldan başlanarak yazıya geçirilmiş, bu dönemdeki bazı ürünlerin İslamiyetten önceki dönemle,
Türkiye dışındaki
Türkler'le ya da
Arap-
İran Edebiyatı ile ilişkisi vardır.
[2] Ancak bunlarda geniş ölçekte de tarihsel ve yerel özellikler kendini gösterir (
Nasreddin Hoca fıkraları
, Bektaşi fıkraları, Bursa, Konya, İstanbul gibi kentlerle ilgili efsaneler, gerçekçi nitelik taşıyan bazı meddah hikâyeleri vs).
Bir gün Padişah, Nasreddin hocaya sormuş;
— Ben öldüğümde cennete mi gideceğim, cehenneme mi?
Hoca, Padişahtan korkmadan;
— Tabii ki, der, cehenneme gideceksiniz.
Öfkeden padişahın sakalı kabarır. Nasreddin hoca;
— Cennete gideceğinizi söylemek isterdim ama cellatlarınız öldürdüğü insanlar yüzünden cennete sığamazsınız. O yüzden mecbur cehenneme gideceksiniz.[10]
Sözlü gelenekte ezgiyle söylenen
türkü,
mâni,
ağıt gibi türler halkın ortak yaratıcılığına dayanır.
[11] Bunlara zamanla sahipleri unutulan ürünler de eklenmiştir.
Kaynakça:
Wikipedia